26 Mayıs 2010 Çarşamba

Nostalgia3...

sermayesi göz yaşı olan bir dilenci olmustur o karsında güldüğün kişi
doktugu her damla için sadaka ıster senden
her defasında gülersin yüzüne bos gecmessin o zavallıyı…
ve zaman gecer… alır o yüzündeki tebbesümü..
o kaleden anıların altında artık sende aglarsın
gıtmesine izin verdigin gülüşü hatırlayarak…
ve pişman olursun sadaka olarak verdigin her gülüşe…

23 Mayıs 2010 Pazar

Büyük Adam Küçük Aşk!!!



Keder ve yalnızlık ırk tanımaz, coğrafya tanımaz, farklı dillerde de olsa, farklı şekillerde de olsa aynı şekilde kalp büker, aynı tuzlu tat yakar genizleri. hejar kederinden ağlar, annesini özlemiştir, kendi diliyle konuşup onu anlayabilecek insanları özlemiştir. teselli etmeye çalışır rıfat ama evrensel değil işte dil dediğimiz unsur. anlamaz hejar, ağlamaya devam eder. rıfat sakine’yi arar artık: “ağlama ne demek kürtçede sakine” diye sorar. işte orası filmin kırılma noktasıdır. rıfat’ın hejar’ı olduğu gibi kabul ettiği sahnedir. evde kürtçe konuşulmasına dahi tahammül edemeyen bu eski toprak, küçük bir çocuğu teselli etmek istemektedir. hangi dilde olduğu mühim değildir artık: “megri, lütfen megri…” daha sonraki bir sahnede rıfat televizyonda yayınlanan terörizm haberlerini izledikten sonra hesaplaşmaya girer devletle ve kendiyle. “biz bozduk insanları” der üzüntüyle. bu itiraf öyle büyük bir ağırlık taşır ki, yıllardır devleti her şeyin üstünde tutan rıfat bu ağırlığı kaldıramayıp ağlamaya başlar. bu sefer teselli etme sırası hejar’dadır. “ağlama” der rıfat’a türkçe. “ağlama..”

22 Mayıs 2010 Cumartesi

Kapak

her insan gibi değerinin ne olduğunu bilip, güzeli unutturmadan, çirkini hatırlatmadan, gemileri yaktırmadan, usulca çekilmek lazım dimi sayfadan. emin olun öyle daha anlamlı oluyor anlar. iyiyi unutmak için kötüyü yaşamaya ne gerek var ya da daha iyiyi yaşama isteği için, daha kötüsünü yaşama riskini göze almak. çok mu mantıklı geliyor anlamıyorum. bu riski göze alan, kaybedecek bişeyi olmayan eskilere diyecek bir şeyim yok benim. eskiden sevgiliydi, candı demekle yetiniyorum anca.

19 Mayıs 2010 Çarşamba

how do i know i'm not hallucinating?

sigarayı bırakalı 50 günden fazla olmuş,iyi mi ettim kötü mü ettim daha onun kararını veremedim.Mantıklı olana karar verdim,bırakmak en mantıklı olandı, ama zarar görmeye başladım bu yoksunluktan..Eskiden de birilerini özlerdim ama bu kadar acı vermezdi özlemlerim.Her özlediğim bu kadar canımı acıtmaz bu kadar güçsüz duruma düşürmezdi beni.Bu aralar hele daha çok vurgun yiyorum yoksunluklarımdan.

Bugün Aziz Yıldırım'dan duyunca anladım bende bu aralar baskın olan duygunun ne oldugunu.Demişti ki"Siz kaybetmenin nasıl bir duygu olduğunu bilirmisiniz,kaybın acısını bilirmisiniz" demişti.Galiba bu duyguyla özdeş benim yaşadığım yoksunluk...

12 Mayıs 2010 Çarşamba

Nostalgia2...

Bazen kendine bile söyleyemiyorken, karşındakine hiç söyleyemeyeceğin sözdür. tek kelime bile olsa ağzından çıkarken, e tabi çıkabilrse o da boğazındaki düğümlerden yol bulup, gözlerinden yaşları indirecektir beraberinde. bilinmezdir vuslat, belki de hiç gelmeyecek. hayallerdir tek tutunduğun, o an başka hiçbir şeyin olmadığından. kalbin sıkışır düşününce, bir dost kahkasını, bir akşam gezmesini, bir vişne-votkayı ya da sezen eşliğinde ayazda içilen bir şişe tellibağ şarabını. her şey senin için geçmiştedir. sen, ne kadar istesen de, o kurtulmak istediğin geçmişinde değilsindir artık.

özlediğin her şeyi ve herkesi, her an bir daha anarsın. sanırsın ki artık mutluluk budur; koca adam olmuş çocuklarının ilk adımlarını düşünen anneler gibi. hayat herkes için devam etmektedir de, senin için durmuştur sanki zaman. zaman durunca zihni de duruyormuş insanın, dersin. geleceği düşünemez; neyin ne zamana kadar süreceğini kestiremezsin. bir belirsizliktesindir... acı olansa tek başına olmaktır. seni yakalayıp bu sonsuz düşüşten kurtaracak bir şey olmadığından bir el ararsın. senin durumunda olanlar ararsın etrafında. onlara yaklaşmaya çalışırsın; "ben de sizinle oynayabilir miyim" diyen bir çocuk gibi. sen artık çocuk kadar saf değilsindir; o yüzden korkuların daha fazladır, seni aralarına almazlarsa diye...

yapmadığın şeyleri yapmaya, sevmediğin şeyleri sevmeye başlarsın; zaman geçsin bir an önce diye. hiç uyanmamacasına yatarsın yataklarda. uykudayken daha huzurlusundur, ne acı ne kalp ağrısı hissetmezsin uykuda.

bir zamanlar sana saatler az gelirken; günler, haftalar, aylar geçer... yukarıdaki bulutlar gibi seyredersin etraftaki koşuşturmayı. bir zamanlar bir parçasıyken şimdi kenara itilmişsindir "hayat"ın. onların da dönüp sana bakacak zamanları yoktur, kendi telaşlarından... sen bu keimeyi düşündüğün her zaman, kalbin sıkışır gibi olur; bir söylesen rahatlayacak, bir akıtsan gözlerinden o acıyı ferahlayacak... ama söyleyemiyorsun işte. çünkü bu, yenilgiyi kabullenmek demek. beyaz bayrağı çekmek, hiç yüzünü dönmediğin aynaya uzun uzun bakmak demek. ama ben... ben özledim.

2 Mayıs 2010 Pazar

---
"İkiye bölünmüş bir bütün gibi yaşadım
Bir yanım öbür yanıma düşman
Sağımda kızgın kumlar gezdirdim
Solum üşüyor eski bir anıdan"
B.K