18 Temmuz 2014 Cuma

Ruhum..Bedenim



Bu bir kehanet,ölmek ile yaşamanın kehaneti..
Düşüp kalmanın, sadece su içerek yaşamanın kehaneti..
Bedenin açlığını unutup, ruhu hatırlamanın kehaneti..
Kehanete göre beden de yargılanacaktı bir gün,
ruhu hapsetmenin bedelini ödeyecekti

Tahta parmakların arasında, karanlığa gömülecek,
karanlıkta kalmanın en büyük cezasını,
yarının da karanlık olacağını bilerek yaşayacaktı.
Ruh ise, ölümün ardından özgürlüğe kavuşacak.
Ölümle gelen özgürlükte, karanlık ruhun sınanması olacaktı.
Ya yıllarca bedenin karanlığına, karalar giyip eşlik edecek ya da
Anka gibi ilk kıvılcımını rüzgardan alıp yakacaktı aydınlık için kendini.
Bedenin  tek varisi ruh olacaktı.

Ruh, bedenden kalan gümüş duvarlarda yaşayacaktı küllerinden her doğduğunda...
Gümüş de olsa duvarlar, ruhun yansımasını hep gri gösterecekti.
Yaşanan her anın ardından giden kalana hep bir miras bırakır..
Zamanla kararan ve yok olup giden bir miras.
Gümüş gibi,bir gün kararacak miras…
Ruh yaktı  kendini karanlıktan kurtulmak için, acılardan kurtulmak için.
Anka gibi diriliyordu, her yanıştan ayrı bir tat alıyordu, ölümleri görüyor yakıyordu kendini, yalnızlığını hissediyor  yakıyordu kendini.
Çevresinde  olan her olumsuz şeyi unutmak için kendini yakıyordu.

Miras aklına geliyordu, uzun bir müddet bakmadı mirasa, gümüş duvarın dibinde duruyordu miras.
Miras da gümüş gibi zamanla kararıyordu..
Uzun bir müddet direndi, yakarak direndi,
 söz vererek direndi, sessiz durarak direndi.
Bakmadı,bakmak istemedi,hatırlamak istemedi anılarını.
Bir zamandan sonra dayanamadı.
Bedenin içinde bedenle yaptıkları aklına geldi.

Artık eskisi gibi değildi, uzun bir sure dengi ile yaşayan ruh, dengini kaybettikçe tat almamaya başladı.
Yürümek, yemek yemek,susamak,nefes almak gibi şeyleri ihtiyacı olmamasına rağmen yapmayı istiyordu.
Zaten özlemenin en belirgin özelliği, normalde yapmayacağın ama denginle ile yapmaktan zevk aldığın şeyleri, mirasın içinden cımbızla çekip düşünmek değil miydi.
Ruh, beden ona zindan olsa da onu özlüyordu.
Özgürlük, dengin ile yaşayabildiğin zaman özgürlüktü.

Ruh bedene kavuşma hasreti ile gümüşün kararmasına engel oluyordu. Gümüş duvarlar ilk günkü gibi parlaktı.
Gümüş miras hatırlandıkça ışıldıyordu.
Ruh, kavuşmalıydı bedenine…
Ama beden toprak altında çürüyordu…
beden artık nefes almıyor,yemek yemiyor su içmiyordu..
Ruh nasıl aydınlığın içinde bunun eksiliğini hissediyorsa,
beden karanlığın içinde bunu hissediyordu.

Aynı dünyanın içinde olmamaları
İki kimliğin birbirini özlemesine engel olmazdı..
Her ayrılıktan sonra  Biri karanlığı biri de aydınlığı seçerdi.
Aynı şeyleri yapmayıp ama aynı şeyleri özlerler.

Aynı şeylere hüzünlenip ama aynı şeylere ağlamamak için direnirlerdi.
Dengini bulmanın en büyük belirtisi
dengin ile yaşarken değil denginden koptuğun zaman ortaya çıkardı.

Beden perişan halde karanlığın içindeydi, azapların en büyüğünü
hiçbir şey yapmadan karanlığın içinde sadece düşünerek çekiyordu.

Ruh ise özgürlük gibi bir aydınlığın içinde, sadece özlüyordu..
Ruh kavuşmak istiyordu artık, çürümeye yüz tutmuş bedeni nasıl karanlıktan çıkartabilirdi..

Mirasa baktı tekrardan,üfledi…Üfledikçe miras daha parladı,aydınlandı ortalık..
Kendini yakmak gibi bir derdi yoktu artık ruhun sadece çare arıyordu.

Ve aklına bedenin inancı geldi..
‘Eğer ‘Sur’ 2.kez üflenirse tüm karanlıktaki bedenler aydınlığa kavuşacaktı.
Ama ilk üflemede  aydınlıktaki tüm bedenler karanlığa gömülecekti..

Ruh düşünmeye,düşündükçe yanmaya başladı..
Tam alev almaya başlarken,söndürdü kendini..
Bu sefer inatçıydı..
‘Ruh bedene kavuşmak için kıyameti getirecekti
ve bu kadar büyük bir özlemden sonra kavuşma, kıyametin ardından gelecekti…’

Dengini kaybettiysen kavuşma önceleri yaşadıkların hep kıyamet tadında değil miydi diye kendini destekledi ruh.
Yok artık dönüşü bu yolun,gitmeli,bulmalı Sur’u..
Nasıl üfleniyorsa üflenmeli…dedi

Ne demişti beden.
Sur dünya üzerinde 4 yerde budağı vardı…
dünyanın doğusunda ,batısında,7 kat altında,7 kat gökte..
Ruh bedenden ayrıldıktan sonra ,seyyah olup kendini Sur’u aramaya vurmuştu..

İlk önce doğuya gitmeye karar verdi çünkü bedenin mirasının arasında hep doğudan esinlenen kelimeler vardı.
Vurdu kendini acem diyarına..
Acem diyarında Hayyam gözlerini gökyüzüne dikmiş,

’Gökyüzü neden bu kadar kırmızı’ diye kendi kendine söylenirken rastladı….
Kapının dışında bekleyen ruh,nedeni biliyordu aslında.
Kıyametin ilk belirtisi gökyüzünün kırmızı olması diye ona dengi söylemişti.

Hayyam sesli söyleniyordu,

‘Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıldızlar boştur boş! ’

Evet dedi usulca ruh, Hayyam’ın gözlerine bakarak..

‘Mirasına sahip çıkan, karanlıkta hapis olan bedenini unutamayan ruhsun sen,
Bedende hatırladıklarını benim rubailerimde mi bulacaksın’ dedi ,Hayyam.

Yok dedi ruh..
Bedenime kavuşmak isterim,
sur'u arar dururum,dengim sur'un bir parçası doğuda demişti..
Derdim bir nefes olup surdan geçmektir..
Sen bilirsin? Nerededir bu sur..

Ben bilmem, dedi Hayyam,
Ben gökyüzüne bakarım..
Ama bugün kıpkırmızı…
Ölümün habercisi gibi…
Sanki gökyüzünde birileri adak adamış,
tüm bulutlar kırmızı olmuş ama kan kokusu hiç yokmuş gibi..

Denginin ölümünü hatırladı.Kan bile akmamıştı..
Alevlenmeye başladı, yeniden doğup her şeyi unutmak,başlangıca dönmek istedi…
Derin bir rüzgar esti..
Suyu çamur yapan, toprağı bulut yapan gökyüzünün kırmızılığı yaran bir rüzgar esti…
Ruh gittiği yerleri peşinden rüzgarı da götürüyordu.
Hayyam seslendi..
Bak dedi, bakk…
Gökyüzü yarıldı, yıldızlardan bir şekil çıktı ortaya…
Görüyor musun dedi…

Ruh telaşla kendini söndürdü.
Baktı, Hayyam vaktiyle rubailer yazdığı gökyüzüne..
Yıldızlar birleşmişti..
Yıldızla sanki el ele verip,sur olmuşlardı..
Ruh düşünmeden Hayyam’ın nefesi oldu.

Hayyam dudaklarından ölümleri başlatan ilk nefes oldu..
Derin derin içini çekti Hayyam, tüm varıyla ruhu üfledi, yıldızlara…
Çınlama gibi ses duydu kulaklar…
Hiç duyulmamış, ama çok tanıdık bir ses…
Ruh indi Hayyam’ın yanına..

Doğu da yıldızlar ne kadar güzel gözüküyor…

Ölüm hep bu kadar güzelliklerin içindeyken mi gelir?
Sonra kendi kendine konuşmaya devam etti ruh,
kavuşma kıyametten sonra geliyorsa,
ölümün güzelliklerin arasından çıkması engel yoktu..
Ruh, denginin aynadaki tebessüm eden halini hatırladı…
Az kaldı dedi…
Bir ölüm kadar yakınım sana ..
Doğuda işi bitmişti artık,bıraktı kendini doğudan batıya esen rüzgara ..

Ölüm yalnızlığında en çok fark edilen şey rüzgardı..
Kendini koruyacak bir beden olmayınca, ruh bile üşürdü…



Batı kıyılarına vardığında Poseidon karşıladı ruhu...
Poseidon, ülkesinin kıyısına gelenleri yumruk dövüşüne zorlar,
yenilenin canını alırdı..
Karşısında tek ruhu görünce sinirlendi.
Üç dişli yabasında yerin altından depremler,
ülkesinin kıyılarından derin yüksek dalgalar gönderdi.

Tek gelmişsin diye seslendi, Poseidon..
Yumruk dövüşü yapacak kimsen yok...
Ne arıyorsun burada?
Sur’a ses olmak istiyorum, bedenime kavuşmak istiyorum...

Sur’a ulaşmak  için yumruk dövüşünü kazanman gerekirdi.
Şimdi dövüşecek bir dengin yok.
Başka bir şey yapmalısın
Ne yapmalıyım dedi ruh..
Bedenin seni terk etmeden önce,Gorgos’dan ne diledi? Ne zulüm etti?
Ruh ,Gorgos Karanlığın ve İşkencenin tanrısı olduğunu ve  Poseidon düşmanlık içinde olduğunu denginden öğrenmişti. Karanlığın ve işkencenin tanrısı olan Gorgos, Zeus'u kıskanırdı. Bu yüzden Olimpos'ta kargaşa ve kaos yarattığından, güçleri bir taşa hapsedilerek ve bir şart koyularak serbest bırakılmıştı. Bu şart ise ne zaman birini öldürmek üzere olsa ona bir dilek hakkı vermekteydi.
Beden gitmişti, giderken ne dilemişti?

Ruh,dengini hatırladı..
Mirası gözlerinin önüne geldi...
Üfledi tozlu yerlerini..
Gümüşten mirası, hatırladıkça daha da parladı..

Dengi hastaydı,
nefes almasını zorlaştıran hastalıklardan
,kilo almasını zorlaştıran şeylerden..
Hastalıktan kurtulmayı değil,birazcık daha yaşamayı istemişti beden, Gorgos’tan

Gorgos da dileğini gerçekleştirdi, her zamanki tarzıyla.. Birazcık yaşama karşılık, kalan yaşamı boyunca hep acı çekti...

Poseidon,istediğini almıştı,Gorgos hala aynı Gorgos’du..
Umut verir,umudun içinde acılarla intikamını alırdı..

Poseidon asasını kaldırdı…
Denizin üstünden sular girdap oluşturmaya başladı…
Ruh topladı kendini, girdabın içinden geçti.
Sur 2. Parçasını batıda bulmuştu..


2. parçaya üfledikten sonra,3.parçaya doğru yol aldı ne yapacağını nereye gideceğini kime danışacağını bilmiyordu..

Artık yalnızlıktan sıkılmaya başlamıştı..
Bedenini özlüyordu..
Aklına bir fikir geldi.
Kendini ona yakın hissetmek için,
beden ne şartlar altındaysa, aynı şartları yaşamak istiyordu.

Bir mağara buldu kendine..
Zifiri karanlığın içine kendini dengine yakın hissedecekti.
Nasıl bir mağaranın içindeydi bilmiyordu, indikçe iniyor, indikçe iniyordu...
Duruldu artık,bir köşe buldu kendine..
Düşünmek istiyordu.. Dengini düşünmeyi bile özlemişti..
Mirası geldi gözünün önüne yeniden, mağaranın zifiri karanlığını gitmişti..
Acaba beden de beni düşünüyor mudur dedi.
Beden de kendi karanlığını benimle aydınlatıyor mudur?

Karanlıkta olsa ne olacak ki,ben zaten onun içinde bir ömür hapis kaldım,o aydınlıktan çıksın diye, şimdi karanlıkta ve ben gene onu aydınlığı çıkarmak için gene aynı şeyleri yapacağım dedi..

Yeter ki aydınlansın, ben onun mirasıyla mutlu olabiliyorum dedi.
Kendini mirasın duygusuna verirken,gölgeleri gördü..
Sabit duran,kıpırdamayan 7 tane gölge..
Gölgelere baktı..

Biri çoban 7 kişinin uyuduğunu gördü.. ve sanki yüzyıllardır o mağarada uyuyorlardı.. Bedenlerinin üstünde tozlar birikmiş, sadece burun ve ağız bölgeleri toz toplamamıştı.
Artık onları uyandırmak istiyordu.. Sesler çıkardı ,depremler yarattı 10 yıl boyunca onları uyandırmak için elinden geleni yaptı ama uyanmadılar...Uyandıramadı..

Canı sıkılmaya başladı ve kendi kendine masal okumaya karar verdi.
Vaktiyle zulüm yapan,insanlara yaşadıkları şehirlerini terk etmelerine neden olan kralın artık öldüğünü ve onun yerine tahta gecen oğlunun ,babasının yüzünden kaçmak zorunda kalan insanları tekrar şehirlerine davet etmeye başlayan bir masalı kendi kendine anlatmaya başladı..

Böyle masalları dengi anlatmayı çok severdi. Her zulmün sonunda bir alimin dünyaya geleceğine inanır,en azından zulmü gören insanların evlatlarının bir gün mutlu olacağına inanırdı...

Masalı anlatırken, çoban hareket etmeye başlamıştı..
Yedi uyuyanlar, uykularından masal dinleyerek uyanmıştı.
Ve son uyuyan kalktıktan sonra, yattıkları yerin altında Sur’un 3. Parçasını görmüştü..
Sur’un 3.parçasını üfledikten sonra.çoban yanına geldi.
Anlattığın şey gerçek miydi?
Ruh dedi ki, git bak bakalım yeni kralın getirdiği huzura..
Çoban şehre doğru yol almaya başladı.
 Ruh ise Averilege verdi kendini.

7 kat göğe nasıl gideceğini, orada suru son parçasını nasıl bulabileceğini düşünüyordu.
O kadar çok yol almıştı ki, yolcuğu başladığı yere tekrar geldiğini fark etti. Çözüm falan bulduğu yoktu göğün 7 kat üstüne nasıl çıkılacağı son suru nasıl üfleyeceği hakkında bilgisi yoktu..

Ayaklarına baktı..
Ayaklarının yer değiştirdiğinin farkındaydı.
Adım atabiliyordu.
Ama hala aynı yerdeydi..
Hareket etmesine rağmen,ayaklarının yer değiştirmesine rağmen hala olduğu yerde nasıl kalabiliyordu.
Adım atarken yanında ki ağaca baktı..
Ağaç her adımda onunla birlikte ilerliyordu..
Solundaki dağın içindeki mağaraya baktı..
Dağ onunla birlikte hareket ediyordu.Güneş onu takip ediyor,yerdeki çakıl taşları onu izliyordu.Yolu değiştirmek istedi.. Sağa döndü.Gökyüzü onunla birlikte yer değiştirdi.
Dağlar gene solunda kaldı. Ağaç gene sağında dere gene karşısındaydı.
Ruhun da delirebileceği ihtimalini düşündü..
Tekrar eski yönüne, dağ eski yerine ağaç eski yerine döndükten sonra,
artık yürüyemediğini fark etti, adım atmak istiyordu.
Ayakları hareket etmiyordu.
Sabit kaldı..

Önündeki dereden  damlalar gökyüzüne hareket ediyordu..
Ağaçtaki meyveler tekrar çiçeğe dönüyor, dağın tepesinde kar birikmeye başlıyordu.
Sonra kulakları çınlatan ince bir ses duyuldu, karıncalar, fareler yuvalarından çıkmaya başladı...

Gökten bir gölge inmeye başladı..
İsrafil’iin önce gölgesi düştü yeryüzüne, ruh gölgesine bakarken İsrafil’in arkasından bir ses duydu.
Dönemedi arkasına.

Karşında sadece bir gölge vardı.
İsrafil seslendi, Kıyametin gelmesini neden bu kadar istiyorsun?

Kıyametin gelmesini değil, dedi ruhu. Ben kavuşmak istiyorum.Çok defa vazgeçtim,Anka gibi yaktım kendimi unutmak için ama olmadı.Mirasım bana hep dengimi hatırlattı.Mirasım parladıkça ben nasıl unuturum dengimi dedi.

İsrafil, Kim kavuşmuştu dengine,senin yüzünden binlerce canlı cansız olacak nedir bu sabırsızlığın?
Yok dedi ruh, kimse için bir şey değişmeyecek,sadece benim gibi özleyen ve bedenlerinden ayrı kalan ruhlar tekrar bedenlerine kavuşacak.
İsrafil durdu usulca,ne bulmayı unutmuştun da ,dengin karanlıkta kalınca hatırladın dedi.
Ben hatırlamadım dedi, unutsaydım hatırlamak gibi bir düşünce yaşayayım...Ben hep mirası parlattım..Ben ondan ayrı kalsam da onun gibi yaşamaya devam ettim..
Karanlıktaysa karanlıkta yaşadım, gökyüzüne bakıyorsa gökyüzüne baktım...

Özlemek beden yokken bile ruhu sarmıştı, bunun sonucunda kavuşmak kıyamet ile gelecekti tabi olarak..
İsrafil tamam dedi, gel benle yukarı,herkesi cansız yap..

Ama kehaneti biliyorsun.herkesin dirilmesi için 2.kez o surun üflenmesi lazım..biz ölüyken kim üfleyecek dedi bu suru..
Düşünmemişti bunu ruh,düşünmeye de dermanı yoktu.Tek derdi kavuşmak iken dengine,neden sonu düşünsün ki..

Kendisi de ölse en azından bedenine yakın olacaktı..
Götür beni dedi sur’a..ben son nefesi olayım sur’un ...
İsrafil çıkardı ruhu 7 kat göğün sur’un yanına...
İsrafil in söyledikleri kulaklarında çınladı..

Kim üfleyecekti 2.kez gerçekten..
Kendisini yakmaya başladı..
Unutması gerektiğini düşündü..
Son sur üflemeye 1 nefes kala, vazgeçecekti üflemeden..
Yanmaya başladı..
Bir yandan yanarken, bir yandan kavuşamama acısını çekiyordu.

Mirasın kararmaya başladığını gördü.
Aydınlık gidiyordu..
İsrafil ne yapacaksan yap dedi..
Yap ki bedenine kavuş.
Derin derin rüzgarlar esmeye başlamıştı..
Ruh doğudan batıya,7 kat yerin dibinden,7 kat gökyüzüne çıkarken büyük bir rüzgar dalgası oluşturmuştu..

Karasız kaldı ruh..
Nedir bunca rüzgarın derdi?
Daha üflemeden son sura, kıyametin vakti mi geldi..
Kavuşamama acısı,yanma acısını bastırıyordu..
Söndürdü kendini ruh ..
Söndürdü..
Ne olursa olsun,bu bedene kavuşmak için tek yolu ve son sansıydı..
Üfledi sur’a..

Derin bir çığlığın sadece ilk tınısını duydu...
Büyük bir toz bulutunun sadece gölgesini gördü...
Derin bir sessizlik oldu..O ilk çığlıktan sonra..

Canlılar cansızlaştıkça sessizleşiyordu dünya..
Ölüm herkesin başına gelince sessizleşiyordu dünya..
Herkes kavuşunca sessizleşiyordu dünya..
Herkes mutluysa sessizleşiyordu dünya...
Herkes yanlızlaşınca sessizleşiyordu dunya..

Rüzgar daha şiddetlendi dünyanın üzerinde.
Doğundan batıya, mağaralardan yerin 7 kat dibine,
 gökyüzüne eşsiz bir rüzgar esmeye başladı..
Gökyüzündeki, denizin dalgalarındaki,mağaranın dibindeki,
İsrafil’in koynundaki sur’un içi hava doldu..
Derin derin bir sessizlikten sonra..
Ruhlar bedenlere çağrıldı...
Ruh bedenine kavuştu..
Gümüş miras, bedenin önünde parlıyordu..
Miras daha da büyüyor ve yaşandıkça parlıyordu..






1 Temmuz 2014 Salı

Tanıtım..Tanıttım..

Sabahattin Ali,o meşhur portenin önünde çay içmek için okuntu göndermiş...'
'Kafka' da postacı olarak ışıktan korkan bir böcek kullanıyormuş...'
'Wilde'de bir masal gecesi düzenleyecekmiş.1 yüzyıl evvel göndermişti okuntuyu. Hatırlamıyor musun?'
'Amin de okuntu göndermedi, Semerkant gezisi için! Biz de ona göndermeyelim..'
'Bak bu Beckett in yaptığına,'hiçe',hiç okuntu gönderilir mi hiç?'
'Orhan,pamuk olan,kar diye yazmış 'okuntu' nun üzerine. Ne yapsak hava da soğuk.'

Yazarların okuntuları birikti,davet'e icabet etmemek olmaz..
Hani o altını çizdiğiniz cümleler var ya...
İşte onlar seslerle buluşuyor.
Kitaptan Fragmanlar doğuyor...
Okuntu...
Eylül'de...


21 Haziran 2014 Cumartesi

Siradan

sıradan bir şiir değil bu sıradan bir kişiye hiç değil sıradan gelebilir size ama ona değil." ... "hiç aklımdan geçmezdi seninle sevgili olmak seni sevmek seni özlemek evet evet aklımdan geçmezdi ama şuan aklımdan çıkmıyorsun ne tuhaf ya da ne güzel ne özel ne muhteşem bir duygudur bu "uzaktan sevmediyseniz, asla sevdim demeyin." demiş şairin biri ne güzel demiş ne doğru demiş ben ne çok sevmişim ne boş sevmişim sen-den önce." ... "ne güzelsin sen oy miladım, geleceğim oy canevim ne büyük bir devrimdir bu kalbimde yaptığın gel; gel gelini annemin eşim benim." ... "sen kasım'in dokuzu sabahın dördü hiç anlamadigim zazaki bir şarkıdaki evrensellik diyarbekir'in verdiği huzur.." ... "biz bahari selamlayalım siyaset yapmayalim azınlıkları sevelim az olandan olalım bizden olalım az sevilmiş,dışlanmış aşkta otekileştirilmiş bizden yani birbirimizi sevelim ama siyaset yapmayalim hem, azınlıkları sevmek siyaset değil bakma sen onlara." ... "memleket sorunları bitmez kadınım sen gel annesi ol kızımın." ... "mesala tartışalım kavga edelim hatta sen van de ben diyarbakir nerde yaşayacağımizı tartışalim sen hivron de ben hivda kızımıza hangi ismi koyacagimızı tartışalım ya da boşver tartışmayalım gel; gel sevgilim ahmet kaya şarkısıyla dans edelim."
Rodin Baran...

10 Haziran 2014 Salı

Gitmesekte..Görmesekte...

Köylü sevmesi nasıldır bilirmisin?
Hani kerpiç evler olur,
Yazın içi buz gibi
Kışın ise sıcaklık kokusunun,
Buram buram dolaştığı
Sobanın çıt çıt sesinin,
Sadece 1 odası ısınan evin
Tüm sessizliğini bozduğu..

Hani kendinden ağır bir yorganın altında yatarsın
Nefes alamazsın altında,dışarının soğukluğundan korkup
Yorganın içinde kalırsın..

Usulca yorganın ucundan bakip,
Pencereden içeri giren kar aydınlığı ile kamaşır gözlerin.

Aç uyanırsın da ,çay ile karnını doyurursun.
Bir dilim ekmeği yogurda banarsın..

Hani mevsim kış olurda,
Sen sevginin baharında hissedersin kendini
Uzaktan gelen aç kurt seslerini bile
Kuş sesi sanırsın.

Hatta bakkal bile yoktur,
Erzak kamyonunun sesine
10 km öteden kulak kesilirsin.

Akşam saat 8 de bastıran o tatlı uyku gibi,
Yatağa kavuşmak için saniyeler ile fısıldaşırsın..
Köylü sevdası işte sevmelerin en görkemsizi
'Seni seviyorum' demez,
'Üşüyormusun' der
Hani elleri buruş buruş,
basma etekli nine ile
Tütün içen dedenin,
Sapsarı ellerinin hiç tutuşmaması gibi.
Ölümleri geldiğinde ağlamayıp,
gidene kavuşma anını bekler gibi

Ekmeğin üstünde reçel süren çoçuğun sevinci,
Akşam eve üstü kirli gelmiş çoçuğun korkusu,
Abinin yaptığı suçu kardeşinin üzerine atması gibi,

Köylü sevdası işte..
Amed'in en leylim gecede boğulup,
Ben leyla'yı sevdim demesi gibi!

22 Mayıs 2014 Perşembe

Kitap Fali



Yokluğun üstüne kurşun kalemle yazılmış anılar.
Yokluğun karşısında okuyorum onları
Anılar okunur mu? Deme bana,Şu an seninle konuşuyorsam
Okuyorum işte satır,satır...
Bak uzanmış yatıyorsun işte...
El falı misali,kader çizgilerin bile anı olmuş..
Ellerinden anıları okuyorum.
Öyle bir fal ki bu,papatya halt etmiş.
Varmısın yokmusun değil
Yoksunluğun falı.
Hani basma etekli cingenelerin söylediği
o 3 vakitin olmadığı bir fal
Kitap falının ta kendisi aslında.
Doğru sayfa ve pragrafı söylemek gibi..
Aslında sonunu bildiğin bir kitapda aramak gibi.
Tanrının yazdığı kader kitabında sayfalarda seni aramak gibi.
aslında eline gelen ilk kitabın 25. sayfasına öyle bakmak gibi.

9 Mayıs 2014 Cuma

Sanırım,Tanrım!

Benim en büyük mucizem Kuran der son peygamber,
İsa ise,babasız doğdum,ölü insanı diriltim der,
Musa,
Asam ile denizi ikiye böldüm,firavunu suya gömdüm der..

Hep inanmayanlar için bu mucizeler,
Inancı olmayanlar için,
Görsün de inansınlar diye.
Inananlar Onlara 'tanrının yarratığı,tanrılardı' der.

Bende ufak bir tanrıydım, O büyük tanrının yarattığı
Mucizelerim de oldu,tanrılık culmüm kadar.
Kulum vardı bir tane,
Secdeye kafasını koymasada,ibadetini gözleriyle yapan,
Kitap da verilmemişti benim gibi culmu kendinden küçük tanrıya
kulum da kitaplardan ögrenmedi zaten ibadet etmeyi,
Nasil geliyorsa içinden öyle selamlardı beni.
Bazen güneşi selamlar gibi,bazen şeytan taşlar gibi
Sonra tanrılık culmum yetmedi,onun dualarına.
Olmuyordu artık,ellerini açarak istediği her dilek.
Kul olmayı bıraktı,benim dualarım tanrımdan büyük olmamalı dedi.
Cennetimdeki meyvelerde doyurmadı onu,zaten cehennemim de olmadı ki,
Nasıl kıyardım,kulumu cayır cayır yakmaya!
Gitti kulum,
kalmadı kulum,
Kulsuz tanrı oldum,

25 Nisan 2014 Cuma

Düş Bozumu

Mevsimlerin hep bahar olduğu
Yalanci bir dunya yaratmisti kendine..
Bahar,afyon gibi yuzunu gulduruyor,her zaman mutlu hissettiyordu..
Sürekli de afyonun dozunu artırıyordu,
Baharına,cennetten geldiğine inandıgı,nesneleri yerlestiriyordu.
Bu şekilde yalancı baharının cennetten geldiğine daha da inanıyordu...
Bilinç altında ise vaktiyle cennetten kavulamanın yarası vardı.
Dayanamadı bir süre sonra
Altın vuruş da yetmedi.
Surekli mutlu olmak,mutsuz etmişti onu.
Cennet diye tanımladığı yerde cehennemi görmeye başlamıştı o
O kim miydi?
Yalancı bir baharın içinde yaşayacak kişi kadar "o"ydu işte..
Baharı istemediartık.
Bahara son dedi,
Gözyaslarıyla da bahcesindeki tüm ağaçları kuruttu.
Kış getirmek istedi hayatına,
Üşüdü.
Çok üşüdü.
Asfaltlarda kalmış,kirli kar kalıntıları vardı,
Yaşanmışlıklarında...
Mutsuzluktan mutlu olmayı denedi
Onu da beceremedi..
Neydi dedi?
Neydi eskiden mevsimleri bu kadar sevdiren!
Oturdu bir parkın bankında..
Sustu..
Bir dilenci geldi yanına..
Susadım ben,su ver bana,dedi.
Çantasından yarım kalan suyu verdi,
Ellerinde kırışıkları olan dilenciye..
Su şifa oldu
Elleri gençleşti,yüzünde güneş açtı dilencinin
Onda mevsimin, kış olduğu halde ..
Bir başka gözüktü,içtiği suyun etkisiyle dilenci
Kıskandı onu
Neydi bu içtiği su
Aldı bır hışımla suyunu,
Kendi içti kana kana..
Değişmedi bir şey,gene kıştı mevsim...
Dilenci yürüyordu,
Yürürken de söyleniyordu,
İnsan bilir kendi yarattıgı mevsimlerin, mutluluk vermeyeceğini
Bilir ama itiraf edemez ellerine ,gözlerine,
Aynadaki kendisine..
Biri sana kış bile getirse,bilirsin onun beyaz olduğunu.
Kendi getirdiğim kışda ise,
Unutmazsın hep griyi bulduğunu!